<strong>Davranışsal İktisat</strong>
Muhtemelen hepimiz, iktisadın oldukça sayısal bir bilim dalı olduğu konusunda hemfikirizdir, değil mi?. Peki bu sayılar bizim satın alma davranışımızı nasıl etkiliyor olabilir? Zira sayılar, tahmin edebileceğiniz gibi insanı temel alan sosyal bilimler konularını açıklamakta yetersiz ve tutarsız sonuçlar verecektir. İşte bu konuda, yani ekonomik kararlar alan insanı incelemek adına ortaya atılmış iki öğreti var elimizde. Bunlardan ilki, homo-economicus olarak adlandırılan ve bireyin maddi çıkarlarına odaklanan düşünce. Diğeri ise davranışsal iktisat, ki biz de bugün biraz bunun üzerinde durmaya karar verdik.
Yazımızın girişinde 1930’lu yıllarda ortaya çıkan homo-economicus modelinden biraz söz etmiştik, daha da açalım: Bu model, zamanına göre tutarlı olsa da aslında insan psikolojisi hakkında önemli bir ayrıntıyı gözden kaçıran bir görüştü. İnsanları rasyonel canlılar olarak ele alan homo-economicus, satın alma davranışını da mantık çerçevesinde açıklıyor ve insanların alışveriş yaparken mantıklı kararlar verdiğini savunuyordu.
Birazdan davranışsal iktisat hakkında konuşmaya başlayacağız ama bunun öncesinde size bir soru soralım: Son on alışverişinizi düşündüğünüzde, satın aldığınız her ürünü mantık çerçevenizde mi aldınız, yoksa sadece canınız satın almak istediği için aldığınız ürünler de oldu mu? Biz aslında cevabınızı az çok tahmin edebiliyoruz, verdiğiniz cevaptan siz de ikna olduysanız şimdi homo-economicus’a karşı geliştirilen davranışsal iktisat modelini konuşalım biraz da.
İktisat ve psikolojinin birlikte düşünülmesi gerektiği üzerinde duran davranışsal iktisat, bireyin karar alma sürecine etki eden birçok değişken olduğunu savunuyor. Bu da, satın alma davranışımızı sadece mantık çerçevesinde açıklamak yerine, günlük hayatımızda bizi satın almaya iten birçok rasyonel ve irrasyonel etken olduğunu ve bu sebeple her satın alma davranışını mantık çerçevesinde açıklayamayacağımız anlamına geliyor.
Doğası gereği sosyal canlılarız, ve karar verme mekanizmamıza başvururken toplumdaki diğer bireylerin görüş ve eylemlerinden de büyük ölçüde etkileniriz davranışsal iktisada göre. Dahası, verilen karar, faydacı varlıklar olan bizlerin bireysel olarak pozitif yönde etkileneceği bir karardır ve bu durumda pek de rasyonel bir sonuç almayı bekleyemeyiz.
Kafanız karıştıysa davranışsal iktisat ile ilgili popüler bir örnek ile konuyu daha anlaşılır kılalım: Organ bağışının, doğrudan insan hayatını kurtarmaya yönelik çok değerli bir davranış olduğu konusuyla neredeyse toplumun tamamı ortak bir görüşe sahip. Peki bu durumda toplum içinde organ bağışı yapmak için hastaneye başvuran insanların sayısı neden bu kadar az sizce? Organ bağışı bu kadar önemli bir konuyken ve herkes bunun farkındayken neden organlarımızı bağışlamıyoruz? Çünkü mantıksal olarak doğru olduğunu bildiğimiz bir davranış bizde birtakım çekinceler yaratıyor ve biz, faydacı düşünerek kişisel duygularımızı mantığımızın önüne koyuyoruz. Zira çoğumuz, bir başka insana hayat verme fikrini çok sevsek de ölümümüzün ardından organlarımızın bizimle kalmayacağı fikrine ısınamıyoruz bir türlü.
Bunun uç bir örnek olduğunun farkındayız fakat aynı denklemi basit bir alışveriş senaryosuyla da kurabiliriz. Mesela diyet yapmaya karar verdiğinizi düşünün bir anlığına. Markete giriyorsunuz ve amacınız, yaptığınız diyete uygun düşecek sağlıklı sebze ve meyveler almak. Fakat kasaya yaklaştığınızda en sevdiğiniz çikolatanın size göz kırptığını fark ediyor ve ertesi gün için kendinize çikolatanın kalorisi kadar daha az yiyeceğinizi söz vererek çikolatayı satın alıyorsunuz. İşte sık sık başımıza gelen bu gibi durumlarda mantığımızla çelişen kararlar veriyoruz ve davranışsal iktisadı mikro ölçüde her seferinde haklı çıkarıyoruz.
Halbuki homo-economicus görüşüne göre hareket ediyor olsaydık çikolatanın yüzüne bile bakmamamız ve meyve, sebzelerimizle eve dönmemiz gerekirdi. Davranışsal açıdan iki farklı kuram, iki zıt davranışı öngörebilir yani.
İnsanoğlu olarak çoğumuz, henüz tüm kararlarımızı mantık çerçevesinde alma becerisine sahip değiliz. Dahası, bu bizim doğamız ve değiştirmek için zorlamamızın da anlamı yok. Bu sebeple Nietzsche’yi daha iyi anlayıp üst insan olana kadar homo-economicus’u bir kenara bırakıp davranışçı iktisadı temel almaya devam etmemiz gerekecek gibi gözüküyor.
Biraz kafamız yandı ama değil mi? Öyleyse burada kesiyor ve bir sonraki diyet bozma maceranızda bu yazımızı ve bizi hatırlayacağınızı umuyoruz…